Erasmus Personel Hareketliliği Akreditasyonu kapsamında ilk kez yurtdışına çıkarak İspanya’nın Katalonya bölgesindeki Barselona şehrini ziyaret ettim. Bu yazımda, Barselona hakkındaki gözlemlerimi ve iş başında öğrenmenin bir türü olan job-shadowing (işbaşı eğitim) sürecinde Katalonya’daki eğitim sistemi hakkında aldığım notları paylaşacağım.
Birinci Gün
Sabah saatlerinde bulunduğumuz şehirden uçakla yola çıktık. Aktarma uçuşumuz oldukça rahatsızdı. AnadoluJet ile daha önce uçmuş olmama rağmen bu kadar gürültülü olduğunu hatırlamıyorum. İstanbul’da bekleme süremiz kısa olduğu için indiğimiz gibi doğruca kapımıza gidip yolculuğa devam ettik. Aynı anda üç kişi check-in yaptığımız için hepimize orta koltuk düştü. Dönüşte bu hatayı telafi edeceğiz.
İstanbul-Barselona uçuşu yaklaşık 3 saat 50 dakika sürdü. Saat farkı nedeniyle vardığımızda yerel saate göre 1 saat 50 dakika geçmişti. Ramazan ayında gerçekleştirdiğimiz bu yolculukta sahurdan itibaren oruçluydum. Ancak 12 km irtifa ve 822 km/s hız işin içine girince hesaplar tutmadı ve basınçtan biraz etkilendim. Sonunda iki saat fazla daha sabrettikten sonra orucumu açtım. Sanırım bu seyahatte yolculuk ruhsatımı kullanmam gerekecek.
Konakladığımız yer küçük bir apart. Yemek için farklı bir otele gittik. Açık büfe oldukça zengindi ancak çay yoktu. Çayla pek aram olmadığından benim için sorun olmadı.
İkinci Gün
Calella – Kahvaltıda klasik kahvaltılıklara ek olarak (en sevdiğim) kuru fasulye ve pilav da vardı. Ancak bu yemek olana pek benzemiyordu. Gayet hafifti. Kahvaltının ardından bizi tren istasyonunda Hasan Bey karşıladı. Kendisi mimarlık yüksek lisans öğrencisiymiş.
Burada şimdiye kadar gördüğüm üzere yerel halk ve turistler oldukça rahat. Kurallara herkes uyuyor, birkaç ergen dışında… Tabela kirliliği yok, yön bulmak oldukça kolay. Yol çizgileri belirgin, park sorunu ise neredeyse yok. Şehirlerin çoğu yerinde sokakların araçlara uygun olmayacak kadar dar olması nedeniyle insanlar bireysel olarak araç satın almayı pek tercih etmemiş. Neredeyse her binanın altında o binaya ait kapalı bir otopark var. Ulaşım oldukça rahat; otobüs ve trenle her yere kolayca seyahat edilebiliyor.
Canet de Mar – Lluis Domènech Ortaokulu, bir devlet okuluna kıyasla oldukça güzel ve ferah bir yapıdaydı. Anlattıklarına göre üç tür okul mevcutmuş: Devlet okulu, yarı-özel okul ve özel okul. Okul genel anlamda mimari açıdan ve düzen konusunda motive edici bir ortam sunuyor.
Duvar panoları sanatsal ve tarihî görsellerle süslenmiş. Derslik sistemi kullanılıyor. Okul zili standart ve basit, üstelik tüm binada çalmıyor. Okulun giriş katındaki bir koridorda büyük bir dünya haritasında önemli noktalar gösterilmiş. Türkiye’deki birçok şehrin çok eski adlarını kullanmışlar. Tarih çizelgesinde 1453 için “Türkler Konstantinopol’u ele geçirdi.” ifadesi yer alıyordu. Orta Çağ’ın sonu ise “Amerika’nın keşfi ve Katolik Kralların Granada’yı alması” olarak işaretlenmişti.
Okul oldukça temiz ve düzenliydi. Her yer öğrencilerin çalışmalarıyla doluydu. Öğretmenler için ayrı bir idare odası yoktu; bunun yerine staff room şeklinde planlanmış bir alan vardı. Zaten idarecilik, öğretmenler arasında seçim usulüyle dönüşümlü olarak yapılıyormuş.
Bizi gezdiren bir bilgisayar öğretmeniydi. Kendi sınıfında bilgisayarlar vardı ancak genellikle öğrenciler kendi dizüstü bilgisayarlarını getirdiği için pek fazla kullanılmadığını söyledi. Sınıflar yaş gruplarına göre ayrılmış. Okulda 12-17 yaş arası öğrenciler bulunuyor. Üniversiteye gitmek isteyenler 4 yıldan sonra 2 sene daha okuyabiliyor. Bir ortaokul demiştim ama aynı zamanda bir lise gibi de işleyen bir yapısı var.
Barselona – Okuldan sonra vakit kaybetmeden şehir merkezine gittik. Öğlene kadar merkezi tek başımıza dolaştık. Esnaf, işine odaklanmış durumda; sorarsanız yardımcı oluyor ama ürünlere bakarken başınıza dikilmiyor, sizi dükkânına çekmeye çalışan kimse yok.
Grup ile buluştuktan sonra 14,5 €’ya sınırsız yemek sunan Fresc Co isimli açık büfeye gittik. Yemekler genellikle tuzsuz ve az yağlıydı. Ben zaten bu tarz yemekleri sevdiğim için pek yadırgamadım. İsteyenler için ayrıca tuz ve yağ ekleme imkânı da vardı. Yeterince enerji aldıktan sonra La Sagrada Familia bazilikasına gitmek için trenle yola çıktık. Ancak grup kalabalık olduğu ve biletler önceden alınmadığı için sadece çevresinde fotoğraf çektik. İçeri girmemiş olsak bile dış görünümü bile büyüleyiciydi. La Sagrada Familia, Hristiyanlığın erken dönemlerinde ve Orta Çağ dönemlerinde bulunan, galerili veya galerisiz olabilen kilise türüne muhteşem bir örnek. Bu yapıt modern mimarinin öncülerinden sayılan Antoni Gaudi’nin 1883 yılında devralmış olduğu fakat 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir bazilika. Yapımı halen devam etmekte. Ancak rehberin belirttiğine göre Gaudi’nin anısına, bilerek bitirilmediği de halk arasında söylenen bir dedikoduymuş.
Üçüncü Gün
Calella – Kahvaltıda çay olduğunu fark ettik. Sallama çaylar ve sıcak içecekler farklı bir bölüme konulmuştu. İlk günlerde çay aramadığım için fark etmemişim. Portakal suyu içiyordum ama bugün ananas suyunu denemek istedim. Gerçekten de yurtdışındaki meyvelerin doğal tadı daha belirgindi; hiçbirine gereksiz şeker katılmamış. Dünkü öğle yemeğinde de mandalina yemiştim gayet tatlı ve olmuş bir meyveydi.
Canet de Mar – Bugün ilk kez rehbersiz olarak trene bindik. Durakları ve peron numaralarını öğrenmiş olmamız işimizi kolaylaştırdı.
Okulda öğrenciler sunum yaparken biz de çevreyi inceledik. Öğrenciler genellikle 13.3 inçlik küçük dizüstü bilgisayarlar kullanıyor. Kendi bilgisayarı olmayanlar, sınıftaki bilgisayarlardan faydalanabiliyor. Öğrenciler acer ve lenovo markalarını tercih ederken sınıf dolabındaki tüm bilgisayarlar Lenovo marka idi. Bu cihazlar kilitli dolaplarda saklanıyor ve şarj ediliyor. Ders boyunca dolap açık kalıyor, ihtiyacı olan öğrenciler bilgisayarları kullanabiliyor. Öğrencilerin kullanımına açık olmasına rağmen her cihaz düzenli bir şekilde bırakılmış, boşta şarj kablosu dahi yoktu.
Dersler, proje bazlı öğrenme yöntemiyle işleniyor. Ünite ünite anlatılan klasik dersler hem öğretmenler hem de öğrenciler tarafından tercih edilmiyor. Katıldığımız bir fizik dersinde öğretmen çalışma kâğıtları dağıtarak öğrencilerden önlerinde bulunan örnek deney hakkında çözümler yapmalarını istedi. Öğretmen, her öğrencinin yanına giderek gerektiğinde birebir destek verdi.
Dil derslerinde İngilizce zorunlu yabancı dil olarak öğretilirken, isteyenler Fransızca veya Almanca da alabiliyor. Dinler tarihi dersi üniversitedeki tarzda öğretiliyor. Ancak İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik, üzerinde durulan dinlerden. Tarih çizgisi üzerinden tüm dinler ayrıntılı olarak anlatılıyor, hatta Uzak Doğu dinlerine dahi değiniliyor. Bir ortaokulda olduğumuzdan dolayı bu oldukça şaşırtıcı bir detay olarak aklımda kaldı.
Okulda kaynaştırma öğrencisi statüsünde değerlendirilebilecek bir öğrenciye rastlamadım. Öğrencilerin genel disiplini iyiydi, her okulda olduğu gibi yalnızca birkaç istisna vardı. Yabancı da olsa çocuk, çocukluğunu yapıyor.
Barselona – Okuldan sonra LEGO mağazasına uğradık, ardından dün yemek yediğimiz yerde grupla buluştuk. Olimpiyat Stadı’na gitmek için otobüse bindik. Otobüsün girişinde ücret yazan bir kart okutma yeri vardı. Bizim kartlarımız indirimli bir kart olduğu için ortada ayrı bir cihaza bastık. Lluís Companys adıyla anılan Olimpiyat Stadyumu, şehre hâkim bir tepede yer alıyor. Stadyum ilk olarak 1927 yılında 1929 Expo ve 1936 Olimpiyat oyunları adaylığı için yapılmış. 1992 yılında ise Olimpiyat oyunlarının ana stadyumu olmuştur. Biz gittiğimizde La Liga’nın en önemli takımlarından Barcelona’nın iç saha maçlarını yaptığı Camp Nou tadilatta olduğu için Barselona – Benfica maçı burada yapılacaktı. Maç günü olması nedeniyle taraftarlar takım otobüsünü beklerken polis fazlasıyla güvenlik önlemi almıştı. Kalabalık sürekli artmasına rağmen hiçbir taşkınlık yaşanmadı. Olimpiyat Stadı’nın mimarisi şehrin diğer yapıları gibi göz alıcıydı. Stad şehre hakim bir tepede yer alıyordu. Burada bulunduğumuz sürede akın akın kalabalık gelmeye başladı. Hiçbir kavga gürültü çıkmadı. Etrafta umumî tuvaletler olmamasından kaynaklı olsa gerek sağda solda sakınmadan ihtiyacını gideren kişiler vardı. Bol sayıda alkollü insan kalabalığın arasında birlikte hareket etmeye çalışıyordu. Stadın etrafında sadece iki adet Barcelona Store vardı ve fiyatlar merkezdeki mağaza ile aynıydı.
Dönüşe geçtiğimizde geldiğimiz yolun diğer tarafından yürüyerek Katalonya Ulusal Sanat Müzesi’nin önünde şehrin silüetine ve karmaşık yapısına şahit olduk. Bir süre burada dururken sokak sanatçılarının kulaklarımızın pasını silen ve atmosferi güzelleştiren şarkılarını dinledik. Derken Benfica taraftarları tezahüratlarla buradan geçti. Maç havası sanırım bu olsa gerek. İki takımın taraftarları aynı alanda birbirine sataşmadan maçı beklemeleri çok güzel bir şey.
Yine şehrin her tarafını tepeden görebileceğimiz bir seyir terasına çıktığımızda birkaç çalışma alanı gördüm. Güzel bir şekilde etrafı çevrilmiş, molozlar kendi büyük kaplarına doldurulmuş ve etrafta hiç toz yoktu. İşçileri çalışırken izledim ve fark ettim ki molozu dökerken çok fazla sallamadan ve yakından dökmeye dikkat ediyorlar. Her işçinin üzerinde fosforlu yelek var.
Gittiğimiz kafede olsun okulda olsun çoğu yerde çeşmelerin açma kapama usulü oldukça farklı. Tek bir darbeyle basınca duyarlı bir başlığa basıyorsunuz ve basınç eski haline dönene kadar su akıyor. Suyun akması bittikten sonra hala işiniz bitmediyse tekrar basmanız gerekiyor. Ama buna alışınca bir basışta işinizi halletmeye alışıyorsunuz. Tekrar basıp suyu boşa harcamak istemediğiniz için doğal olarak su tasarrufu yapmış oluyorsunuz. Güzel bir sistem, beğendim.
Akşamleyin dönüş treninde aramızda sohbet ederken üç Türk öğrenciyle karşılaştık. Ben de diyordum “Acaba ne zaman rastlantı eseri bir Türk ile karşılacağız?” Nasip bu akşamaymış. Bursa’dan Erasmus için gelmişlerdi ve motor bölümü öğrencisi olarak burada staj yapıyorlarmış. Üç hafta kalacaklarını duyunca biraz imrendik ama bu sohbet esnasında ben artık ailemi özlediğimi fark ettim.
Dördüncü Gün
Girona – Kaldığımız yerden 10:08 treni ile Girona bölgesine doğru yola çıktık. Bir yerden sonra iç bölgelere dönünce Samsun’un Bafra ve Çarşamba ilçelerine girmiş gibi hissettim. Vardığımız kasaba, ufak bir turistik kasabaydı. Kasabada bulunan katedralde Game of Thrones dizisinin bazı bölümleri çekilmiş. Mardin sokaklarını andıran dar ve kesme taş döşeli yolları var. Evlerde hâlâ insanlar yaşıyor. Yine Mardin’deki gibi, sokak kapısından sonra eve geçmeden önce ufak bir avlu bulunuyor. Katedralin içinde bir Arap hamamı var.
Burada katedrali gezdikten sonra ufak bir kafede yemek yedik ve ardından serbest zamanımız oldu. Kafede yediğim yemekte, yağda kavrulmuş havuç püresinin üstüne çipura koyup fındık ekmişlerdi. Tadı güzeldi ama böyle bir kombinasyon hiç aklıma gelmezdi. Çorba olarak brokoli çorbası içtim. Sebze çorbalarında genelde her şeyi iyice öğüttükleri için içinde ne olduğu belli olmuyor, sadece adından ve tadından anlayabiliyorsunuz. Ancak bu çorbanın içinde gördüklerimden farklı olarak az haşlanmış yumurta atmışlar. Tatlı olarak meyve söylemiştim. Dümdüz meyveyi getirseler de problem olmazdı ama sağ olsunlar, iki dilime bölmüşler.
Buradaki dükkânları gezmek için oldukça fazla vaktimiz vardı. Sanırım bölgenin turistik olmasından dolayı farklı ülkelerden satıcılar var. Ancak bir turistik bölgeye göre girdiğimiz dükkânlarda bulunabilecek ürün çeşidi fazlaydı. Örneğin, girdiğim bir dükkân sadece kutu oyunları satıyordu ve oldukça geniş bir koleksiyona sahipti. Hemen yanında aksiyon figürleri ve oyuncak satan başka dükkânlar vardı.
Buraya gelirken tren raylarına atılmış birkaç su şişesine şahit oldum. Ama hâlâ yerde tek bir izmarit görmemek bile oldukça mutluluk vericiydi. Evcil hayvan sahiplerinin, hayvanlarının ihtiyaçlarını giderdikten sonra dışkıyı poşetle aldıklarını görmüştüm ama işedikten sonra üzerine su dökeni ilk defa gördüm.
Alışverişimizi yaptıktan sonra rehberimiz olmadan R11 treniyle Maçanet aktarma noktasına gitmek için tren istasyonuna geldik. Orada Rus bir dilenciyle karşılaştık; neredeyse her dilde teşekkür etmeyi öğrenmişti. O sırada treni beklerken devriye gezen polislerin yanındaki köpek, ortalıkta dolaşırken bir adamın paçasına yanaştı. Adam uzaklaştırmaya çalıştı ama nafile. Haliyle polis, adamı duvara dayayıp üstünü aradı ve kimliğini sordu. Trenimizin saati geldi, aktarma noktasına gittik ve daha sonra R1 hattı ile kaldığımız yer olan Calella bölgesine hareket ettik.
Beşinci Gün
Barcelona – Trenle Barcelona’ya doğru yol alırken neredeyse her seferinde sahilde köpekleriyle koşan insanları görüyorum. Burası bir bakıma tatil kasabası olduğundan böyle olabilir. Ancak burada kreşlere çocuklar 4 aylıkken bile verilebiliyormuş. Bebeklerin temel ihtiyaçları karşılanıyor ve serbest bırakılıyormuş. Bu şekilde büyüdüklerinde özgüvenlerinin daha yüksek olduğuna inanıyorlar, ne kadar doğru bilemeyiz. Bunu duyunca ben de çok şaşırdım ama burası böyle. Haliyle sokaklarda pek fazla bebek ve küçük çocuk yok. Parklarda birkaç çocuk görüyoruz, o da her zaman değil.
Bu sefer Katalonya durağı öncesinde yer alan Arc de Triomphe durağında indik. Burada bir zafer takı var. Birkaç fotoğraf çektik ve Barcelona’nın ara sokaklarına daldık. Önceki günlerde keşfettiğimiz bir çarşı da buradaydı. Zaten Barcelona Katedrali’nin etrafı, bizdeki külliye formatında dükkânlarla bezenmiş sokaklarla dolu. Katedraller devasa ve görkemli. Gördüklerimizin hepsine girişler ücretli.
Yemek sonrasında Gaudi’nin evinin de bulunduğu Park Güell’e gittik. Açık hava müzesi formatında bir kamusal park. Girişler ücretli ve saatli. Etrafta mozaiklerle süslenmiş birçok yapı var. Ünlü yapıların önünde fotoğraf çektirip şehre hâkim manzarayı seyrettim. Aşağı indiğimizde ufak bir yemek molası verip akşamleyin Avrupa müzik formlarından biri olan Endülüs Halk Müziği ve bu müzik eşliğinde yapılan Flamenko dans gösterisine gittik.
Dört kişilik bir ekip, ufak bir mekânda tatlı bir gösteri sergiledi. Daha çok Roman halkına benzeyen bir yapıları vardı. Ayak hareketleri muazzamdı. Sanırım sahnenin tahta olması ve ayakkabıların sert topuklu olması önemliydi. Gitar, ayakkabı ve alkış ile bir solistin şarkısı eşliğinde sunulan bir gösteriydi. İçerik Katalanca olduğu için pek anlayamasam da rehbere sorduğumda, ağıt niteliğinde olduğunu ve genellikle seven iki insanın ayrılığıyla ilgili sözler içerdiğini söyledi. Dili bilmeseniz de bunu biraz hissediyorsunuz zaten.
Dönüş yolunda saat geç olduğu için metro ve tren seferleri durmuştu, bu yüzden gece otobüsüne kaldık. N82 hattı ile aktarmasız bir şekilde kaldığımız yere döndük.
Altıncı Gün
Canet de Mar – Bugün okulda son günümüz. İmzalar atıldı, gerekli evraklar teslim edildi, fotoğraflar çekildi. Vedalaşıp Barcelona merkeze hareket etmek için son kez Canet de Mar tren istasyonuna gittik. Yemek yedikten sonra outlet alışveriş merkezine gittik. Burada bulunduğumuz dönemde euro’nun Türk Lirası karşısındaki değeri 40₺’yi bulmuştu. Euro cinsinden fiyatlar da pek iç açıcı olmadığından fazla bir alışveriş fırtınası yaşanmadı. Dönüşte otele erken döndük ve yemekten önce Calella çarşısına daldık. Önceki gezilerimizden tecrübe ile birkaç dükkan dolaştıktan sonra uzak doğulu bir abimizden hediyelik eşya alışverişine giriştim. İki kupa bardak, bir fincan, kahve yanı bardağı, kaşıklık, cüzdan ve 3 paket de pokemon kartı aldım. Çoğu dükkanın anime üzerine olması ve bu çizgi-dizilere özel peluş oyuncakların satılması beni biraz eskilere götürmüştü. 33 euro tutan bu alışveriş ile hediyelik eşya faslını kapatmış oldum. Öncesinde Barselona merkezdeki katedrale yakın bir sokakta denk geldiğim çikolata dükkanından birkaç çikolata almıştım. Sonraki günlerde buraya tekrar uğradığımda da üzerinde Barselonaya özgü süslemeler olan üç tane metal kutu aldım. Calella’da yaptığım alışverişlerde de bu tarz desenlere sahip şeyleri seçmeyi önceledim. Pokemon kartlarının özel bir sebebi yok, memlekete döndüğümde ‘Barselonadan aldığım pokemon kartları’ olarak anısı kalsın diye düşündüm. Calella’daki bu son günü yemek ve dinlenme ile tamamladık.
Yedinci Gün
Gece 02:30’da uyanıp hazırlandık ve saat 3 sularında havalimanına doğru yola koyulduk. 04:50’de bavulları teslim ettikten sonra tax-free işlemleri için otomatları inceledik. İşlem oldukça basitti. Ancak 5 euro altı işlemleri sonrasında uygulamadan halletmemiz gerektiği söylendi. Havalanırken etrafı seyrettim ve yüksek irtifaya çıkıp deniz üzerinde seyretmeye başlayınca önceden indirdiğim Jack Reacher’in yeni bölümünü izledim. Bölüm bittiğinde İtalya semalarındaydık. Menüde su böreği ve ıspanak vardı. Tek koridorlu uçak olduğu için ayağa kalkanlardan dolayı yemek servisi biraz uzadı. İstanbul havalimanına iniş yapıp işlemleri bitirdikten sonra oturma-dinlenme alanına geldiğimizde bizi kanun resitali karşıladı. Ramazan ayının havasına uygun bir şekilde birkaç yer süslenmiş ve üç tane stand konulmuştu. Birinde kanun çalınırken, diğerinde hat sanatı icra ediliyor, diğerinde ise dileyen ebru sanatını deneyimleyebiliyordu. Uçağa bindikten kısa süre sonra yemek servisi başladı. Ramazan’a özel bir kutu ile servis edilen menü gayet başarılı ve zengindi. Keşke bunu uluslararası uçuşlarda yapsalardı diye içimden geçirmedim değil. Güzel bir yolculuğun ardından akşam 20:00’da yolculuğumuzun başladığı yere geri döndük.
Cevapla
Yorumları Gör