Sergüzeşt

Uzun zamandır yabancı yazarlar tarafından yazılan kitapları okuduğumu fark edince biraz da bizim edebiyatımıza yönelmek gerektiğini fark ettim. Bu farkındalık biraz da lise yıllarımda gördüğüm Türk Dili ve Edebiyatı derslerinde aklımın bir köşesine yer eden kitap ve yazar adları ile mümkünlük kazandı. Bu farkındalık yine LYS’ye hazırlanırken de perçinleşmiş ve sınavın verdiği kaygı ve heyecandan dolayı ezberlenen bir kavram olarak bilinçaltımda keşfedilmeyi bekleyen romanlar, hikayeler ve yazarları hatırlamamla ortaya çıktı. Bu vesile ile son kitabımı bitirdikten sonra hemen yeni bir kitap arayışına girdiğim esnada mağazadaki kitapları incelerken gözümün önünden geçip giden kitaplardan bir kitap bilinçaltımın derinliklerinden yüzeye çıkıp bana göz kırptı. Sergüzeşt…

Tanzimat dönemi romanlarından… İlk gerçekçi roman… Samipaşazade Sezai’nin romantizmden realizme geçiş örneği… Bütün bunlar bu kitabı gördüğümde aklıma gelenlerdi. LYS sınavında ezberlediğim yazarlar, eserler… Her soruda önüme geldikçe keşke bunları bu şekilde değil de okuyarak hafızama kazısaydım diye iç geçirirdim. Blog tutma alışkanlığımı kitap okuma alışkanlığı kazanmama yardımcı olması için birlikte kullanarak başladığım bu kitap incelemeleri yazı dizimde sıradaki kitabın adı Sergüzeşt oldu.

Şu ana kadar okuduğum çoğu kitap Can Yayınları tarafından yayınlanmış kapak tasarımları oldukça hoş, kendi hayal dünyanızda kitap ile ilgili sığ bilgiler edinmenize olanak sağlayan şık tasarımlardı. Sergüzeşt de bunlardan biriydi. Özetini okumak için kitabın mağaza sayfasına girdiğimde onun, beğenmeyeceğim ama ileride bir şans verebilme ihtimali için istek listeme ekleyip geçeceğim bir kitap olduğunu düşünmüştüm. Ancak kitabın yazarını da görünce biraz eski anılarımdan biraz da az önce bahsettiğim kendimce sitemlerden dolayı satın aldım.

Kitaptaki birkaç harita görseli, olayın zihninizde canlanmasına yardımcı olmakla kalmıyor adeta karakterlerle birlikte o sokaklardan geçtiğinizi hissediyorsunuz. Bununla birlikte yazarın etrafı betimlerken kullandığı kelimelerin ahenkli dansı da bu hisse de ortak oluyor.

Hikaye, dönemin Osmanlısında bir esirin yaşadığı trajikomik olayları sırasıyla anlatan bir eser. Yazarla birlikte sadece esirlerin aralarında geçen şeyleri onların kaldığı odaya dahi girerek dinliyor ve şahit oluyorsunuz. Çoğu zaman bu ayrıcalığa hikayedeki diğer karakterler bile erişemiyor. Bu da bazı okuyucuların değerli hissetmesine olanak sağlayabilir.

Sadece ilk okumaya başladığım sırada olay örgüsünün sürekli mekanların değişerek daha hararetli bir anlatımla hareketleneceğini düşündüğümden dolayı olsa gerek; sonrasında gidişatın tipik Türk dizilerine benzemesi beni olağanüstü derecede üzdü. O kadar ki kitabı okuma hevesim bile kaçtı. Motivasyonum düştü. Bu yüzden bitirmem biraz zaman aldı ama şöyle geriye dönüp baktığımda bu kitabın senaryosunu bir yönetmenin görüp bundan çok güzel dizi olur deyip kitaba hakaret derecesinde kalitesiz bir dizi üretebileceğini düşündüm. Öyle ki kitaptaki çoğu durum zaten Türk dizilerinden izleyicilerin alıştığı durumlardan ibaret. Tabi ki yazılanların bir kitapta yer alması ve okuyucunun zihin dünyası ve yazarın usta kaleminin birleşmesiyle hayal dünyamızda yer etmesi kitabın herkes için farklılaşan bir tasvirini oluşturuyor. Profesyonel ve değerlerimizden uzak olmayan bir yapımcının elinde muhteşem bir filme dönüşebileceğine de değinmeden geçmeyeyim.

Genele baktığımızda Rus edebiyatından uzaklaşıp bizim edebiyatımızdan bir şeyler okumak rahatlatıcı geldi. Özellikle bu eserle başlamanın da verdiği ferahlık olabilir. O yüzden sırada çok merak ettiğim ama yazının başlarında belirttiğim sebeplerden okumayı sürekli ertelediğim Araba Sevdasını var.