Lise zamanlarından gelen “zombie apocalypse” tutkusu ilk önce Resident Evil (Ölümcül Deney) ile başlamıştı. Sonrasında oyunları, türevi filmleri derken o dönemde bu konuyu işleyen izlemediğim film kalmamıştı. 2010 yılında izlemeye başladığım The Walking Dead’in yer ayrı olsa da bu yazıda 2022 yılında Netflix platformunda yayına giren Resident Evil: biohazard dizisinin ilk sezonundan bahsedeceğim.
Bu senaryonun tutkunları için Resident Evil’in yeri ayrıdır. Zombi kıyameti temalı dizi veya filmlerde zombiler de başlı başına farklılık gösterir. Ben Efsaneyim’deki gün ışığına çıkamayıp geceleri dünyanın altını üstüne getiren zombilerden tutun da Ölülerin Şafağı filmindeki iki ayağının üstünde duramayan zombilere kadar birçok çeşidi var. Doğrusunu söylemek gerekirse bütün bunlardan “artık” sıkılmış olabileceğini düşündüğüm bu sektöre Resident Evil dizisiyle yeni bir soluk gelmiş oldu. Biraz da insan eli değmiş garip deneylerin ürünleri olan zombileri izleyelim…
İnsan eli değmiş demişken dizide çok fazla COVID göndermesi olduğu aşikar. Bu durumu senaristler güzelce kullanmışlar. Senaryoda eski Raccoon City’den sıkça bahsedilirken orada yaşanan felaketi sanki bir şehirle sınırlı kalmış gibi göstermişler. Halbuki Milla Jovovich’in başrolünde yer aldığı Ölümcül Deney filmini izleyenler bilir ki Umbrella Şirketi’nin hatası neredeyse tüm dünyayı sarmıştı.
Senaryo yine Umbrella Şirketi’nin gizli sırları üzerine kurulmuş ve bu sırları ortaya çıkarmaya çalışan bunun için canla başla mücadele eden bir kişinin başından geçenleri anlatıyor. Görüldüğü üzere çok basit bir senaryo ile karşı karşıya olduğumuz için bunun üzerinde fazla durmayacağım.
Fringe’den beri denk gelmediğim Philip Broyles’ı görmek iyi geldi. Onun dışındaki karakterlerden sadece Jade Wesker diziyi ayakta tutanlardan biri gibi görünüyor. Umbrella Şirketi’nin CEO’su rolündeki Evelyn Marcus da iğnelemeleriyle, yerli yersiz göndermesiyle dizinin en rahatsız edici karakteri diyebilirim.
Aksiyon sahneleri oldukça hareketli, kanlı ve vahşet dolu. Bunun yanında zombilere yapılan yakın çekimler, makyajları oldukça başarılı. T-Virüs’ün etkisi altındaki zombilerde bilinç belirtisi ve başroldeki karakterin bunun üzerine yoğunlaşması da ilerleyen bölümler için fazlasıyla merak uyandırıyor. World War Z’ye yakın zombi sürülerini görmek de heyecan verici. İki ayağı birbirine takılan zombilerden kaçamayan karakterleri görmekten usanmıştım…
Ancak gelgelelim çoğu Netflix yapımında hatta her Netflix yapımında olduğu gibi burada da SJW duyarı kasılmış. SJW’nin atıfta bulunduğu şeyi çoğu film ve dizi yapımında görüyordum ancak böyle bir kavramla ifade edildiğini bu yazıyı yazmadan önce yaptığım okumalar sırasında fark ettim. Social Justice Warrior kavramının kısaltmasıyla oluşan SJW, Türkçeye “Toplumsal adalet savaşçısı” olarak çevrilebilir. Yani bir durumda herkesin gönlü olsun diye uğraşan bir topluluk gibi düşünebiliriz. Cinsel yönelim açısından farklı olduğunu düşünen karakterlere yer veren yapımlara çok denk geldim ama hepsini bir arada görmek seyir zevkini oldukça baltalıyor. Genellikle uzayda geçen yapımlarda sıkça karşılaştığımız çok kültürlülük kısmı burada da devreye giriyor. Önceden bir yapımda siyahî biri yoksa sert eleştirilere maruz kalırdı. Şimdiyse İspanyolundan tut Çinlisine kadar hepsi olmalı… Olmazsa olmaz. Bundan hariç biraz da beslenme alışkanlığı farklılığına da yer verelim deyip neredeyse ortaokul çağındaki çocuğa vegan kimliği yüklemişler. Üstünde baskılı tshirtle oradan oraya koşturuyor.
Artık filmler ve diziler böyle firmaların eline düştükçe bunları daha çok göreceğiz. Yapımlar, vizyon sahibi yönetmenlerin ve yapımcıların elinden çıkmadığı sürece içtiğimiz çorbaya her zaman sinek düşecektir.
![resident evil netflix](https://www.ozden.in/wp-content/uploads/2022/07/resident-evil-netflix-780x439.jpg)
Cevapla
Yorumları Gör